Almanya

Başlamadan; Hem gezginlere yardımcı olmak, hem gittiğim yerleri görmeyenlerin yazılarımla biraz hayal etmelerini sağlamak için, bu anıları kaydetmeye başladığımdan beri lojistiğin her adımını yazmaya çalışıyorum. Gençlerin ilgisini okumaktan çok izlemek çekiyor. Yazılarımı okuyanlar daha çok video konusunda beni eleştiriyorlar. Belki haklılar ama 32 yılın verdiği bir mesleki deformasyon var. Video çekmeye başladığım andan itibaren reji yapmaya, televizyon dili ile çekmeye çalışıyorum. Bu tür çekim, beni olaydan / izlediğimden / gördüğümden koparıyor. Hele ki estetik olması için veya daha doğru kompozisyon için yer aramak, zaman kollamak, insanları rahatsız etmemek ve buna benzer endişeler işin içine girince gezdiğim gördüğüm anı yaşayamıyorum. Bu nedenle birkaç fotoğraf ve video ile yazılarımı destekliyorum. Çektiğim fotoğrafları “anı” olarak çekmeyi daha çok seviyorum. 

Fiyat konularının derinine fazla girmek istemiyorum. Herkesin bütçesi değişken, ama bir yurtdışı seyahati planlayacak olursanız, yazacağım fiyatların size bütçe konusunda fikir vereceğini düşünüyorum. Fiyat içeren etiketli fotoğraflar da dikkatli baktığınızda size fikir verecektir. Bize mantıklı geleni size önerebilirim. Harcamalarınız için bütçenizin sınırlarını doğru çizin ve Euro'yu Türk Lirası’na çevirmeyin. Harcamalarınızı günlük sınırlar içerisinde tutmaya özen gösterin. Günlük harcamalarınızı yazın. Bizim seyahatlerimiz çoğunlukla planlı olduğu için, konaklamayı önceden ödemiş oluyoruz. İnternet kaynaklarından ulaşım için gerekecek bütçemizi de ayırıyoruz. Hediyelikler -olursa- için bir bütçe; ve günlük yeme-içme için bütçe limitinizi de siz belirleyebilirsiniz. Eğer Euro’yu sürekli TL.’ye çevirirseniz, -hiç- harcama yapamazsınız.

ALMANYA (bi bakıp, döncem)

2024 hareketli başladı bizim için. 2023 yılını kapattık derken 2024 ufak tefek sağlık sorunları ile geldi. Sağlık sorunları ile uğraşırken yakın arkadaşımızdan gelen telefon dikkatimizi dağıtıyor. Frankfurt'ta düzenlenecek olan fuara katılımcı olacakmış. Ayşegül’ün de kendisine destek olmasını rica ediyor (yeşil pasaportumuzun avantajı). Teklif bizi heyecanlandırıyor. Biraz moral bulmak iyi olacak. Arda, Frankfurt’la arasında 110 km mesafe olan Würzburg Şehri’nde yaşıyor. Onu görmek için çok güzel bir sebep bize de. Ayşegül arkadaşımız ile birlikte gidecek. Ben daha sonra onlara katılacağım. Arda’nın yanına Almanya’ya gideceğimiz zaman Frankfurt havaalanını kullanıyoruz ama Frankfurt’u ben detaylı gezmedim. Ayşegül ise daha önce iş için gittiğinden şehri biraz biliyor. Ben hafta sonu Arda ile şehri gezerim. Arda evine dönünce, ben hem biraz fuarı hem biraz daha şehri gezerim, biraz da Ayşegül ve arkadaşımıza yardım ederim diye kağıt üstünde güzel bir plan yaptım. 4,5 gün Frankfurt, 3,5 gün Würzburg. Ne kadar sakin olacak (!)

Meğer perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş. Katılımcı arkadaşımız “vize” almak zorunda. Vize kolaylığı (!) malum. Zaten fuara katılımı son anda belli olduğu için vize randevusunu gideceği tarih öncesine zor alabilmiş. Haklı stres. Oysa bu, onun  ilk yurtdışı fuarı değil. Vizeyi kolay alması gerektiğini düşünüyoruz. Öyle olmuyor. 23 Ocak olan gidiş gününe 3- 4 gün var ama hala vizeden haber yok.  Vize sorunları ile ilgili burada yazılacak cümleleri en derin saygı ve sevgilerimle “anladınız siz onu” diyerek özetliyorum kısaca. Vize, uçağın kalkmasına 24 saat kala -hatta daha az bir zaman kala çıkıyor. Arada yaşanan zaman diliminde ise arkadaşımız ile Ayşegül’ün yaşadığı stres ve A-B-C-D… planları. 2 kişi olacaklardı ama ya vize çıkmazsa diye arkadaşımızın ablası (neyse ki onun vizesi varmış) son anda gruba dahil oluyor.     

Uçak saatine kadar katılımcı “girişimci kadınlar ekibinin” -ve biz etraftakilerin- yaşanılan stres nedeniyle “9’ar çocuğu” ile- toplam üç kişilik dev kadrolu Almanya çıkartması, planlanan günde başlamış oldu. Ben onları, onlar beni uğurladıktan sonra Frankfurt dersimi ara ara çalışmaya devam ettim. Nereleri gezilir, vs… Bu defa Arda’nın rehberliği nedeniyle son derece rahatım. Ancak otel satın aldığım siteden sürekli araba kiralamam ile ilgili ağır tahrikler var.  Beş gün için 55 Euro’dan başlayan fiyatlar. Günlük değil, toplam 55 euro. Sakın ne kadar uygun diye düşünmeyin! Önce kısa süreliğine de olsa bu cazip fikre kapıldım. Hesap ortada. Havaalanından şehre ulaşım için günlük bilet alsanız 12.5 Euro. Frankfurt’daki fuar nedeniyle fuar tarihleri arası otel fiyatları tavan. Bu nedenle otelim merkeze ve fuar alanı “Messe”ye ancak en az iki toplu taşıma aracı değiştirerek ulaşılabilecek uzaklıkta. Araba olsa tamam hızlı ama otelde otopark ücreti daha can yakar. Günlük 18 Euro. Şehre girecek olsanız yine 8-10 Euro günlük otopark parası vermek var. Sözün özü “Frankfurt için” araba kiralamak çok ucuz, ama park yeri nedeniyle hiç ucuz değil. Direkt vazgeçin, düşünmeyin. Ayrıca fuar katılımcılarının bir avantajı var. Fuar süresince toplu taşımadan ücretsiz faydalanabiliyorlar. Arkadaşımız sağolsun beni de kontenjana aldı. 23’ünde giden üç kişilik dev ekibe 27’sinde dahil olacağım. Onlardan 4 gün sonra gideceğim ama onlarla buluştuğumda katılımcı kartım yani şehir içi ücretsiz toplu taşıma kartım da hazır olacak.  En önemlisi Arda ile beraber bir hafta sonu geçireceğiz. Heyecan başladı.

Frankfurt

Uçağım, çok erken olmayan bir saatte. Yine tramvay ve sonra İzban beni bekliyor. Tramvayda yaşadığım bir olay farkındalığımı arttırıyor. İzmir’de yönlendirme tabelalarının eksikliği, hatta yetersizliği. Şehir dışından gelen çekim ekibi arkadaşlarım bu konuyu birçok defa dile getirmişlerdi. Bir kez daha farkına vardım. Çok uzaklardan, kırsaldan gelen iki öğrenci. Tramvayda bana Buca’ya gideceklerini, Konak’ta indikten sonra ne yapmaları gerektiğini nereye gideceklerini soruyorlar. Gençler konuşkan. Tramvay içinde durakları gösteren ekranı izliyor, elindeki akıllı telefondan rotayı teyit ediyor, yetmiyor bana durakları soruyor ve endişelerini sanki konuşarak gidermeye çalışıyorlar. Havaalanında inince önce akıllı telefonlarına sormuşlar “Dokuz Eylül Üniversitesi”ni. Sonra birine teyit ettirmek istemişler ve sormuşlar. İşte onların macerası başlamış. Sordukları kişi onları üniversitenin kampüsüne değil, hastanesine yönlendirmiş. Yani Buca’nın uzağına, İzmir’in diğer ucuna. Sabah sabah gitmişler bakmışlar, hastanedeler (akıllı telefona neden güvenmemişlerse?) Sonra yeniden akıllı telefon ve sorular… Aslında çok kısa ve kolay olan yolu iyice uzatmışlar. Otobüse binmek istiyorlar. Rotalarını oluşturmuşlar. Konak’ta inecekler. Durakların nerede olduğunu tarif ediyorum. Peki duraklar nerede? Hangi duraklar nerede? Yeterince bilgilendirme ve yönlendirme levhası olmadığını fark ediyorum. Bakalım Frankfurt’ta nasıl?

İzban’dan inince ezberden gidiyorum. Check-in işlemlerini önceden yaptırmanın rahatlığı ve hızı ile işlemleri bitiriyorum. Artık uçak saatine kadar termosumdaki çayıma ve kitabıma dalıyorum.

Zamanında kalkan uçakta yerimi alıyorum.

Önce İzmir'i izliyorum. Rotamız bir süre deniz üzerinde devam ediyor. Özellikle Ege denizi üzerinde olduğunuz zaman, deniz üzerindeki küçük adacıkları gördükçe sanki yap-boz parçalarına bakıyorsunuz. Şu parça karanın şurasından kopmuş, acaba şu kayalık şu adacıktan mı kopmuş gibi sorularla kayalıkları adacıkları eşleştirmeye çalışıyorum sanki hiç işim yokmuş gibi. Bugünkü yolun verdiği heyecan ile zaten gece uyuyamamışım, gözlerime hakim olamıyorum. Kulaklığımda hafif bir müzikle çok geçmeden uykuya dalıveriyorum.

"İnişe geçiyoruz" anonsu ile uyanıyorum. Gözüm "Main Nehri”ni takip etmeye başlıyor. Aradığımı buldum. Oğlum Arda'nın yaşadığı Würzburg Şehri'nin üzerinden geçerken bir kaç poz fotoğraf çekiyorum telefonumla.

3,5 saatlik bir yolculuk sonrası havaalanına iniyoruz. Yine zamanda yolculuk yapıyoruz, kalkıştan sonra 1 saat geçmiş oluyor.  Frankfurt Havalimanı, büyük ama düzenli bir havalimanı. Pasaport kontrol noktasına, uzun bir yürüyüş sonrası yönlendirme tabelaları sayesinde kolayca ulaşıyorum. Avrupa Birliği vatandaşları pasaportlarını bir okuyucudan geçirdikten kameraya bakıyor, turnikenin kapısı açılıyor ve işlem bitiyor. Saniyeler içinde ülkeye giriyorlar. Bizi -Avrupa Birliği vatandaşları olmayanları- bekleyen uzun bir kuyruk var. Burada bir parantez açmak, bir öneri vermek istiyorum. Pasaport görevlileri işlerini yapıyor ve sizlere sorular soruyorlar. Evet, belki uzun ve sıkıcı sorular gibi geliyor ve eliniz ayağınıza dolaşıyor olabilir. Size sordukları basit birkaç soru. “Geliş amacınız, ne zaman dönüyorsunuz, nerede kalacaksınız” gibi sorular. Bu sorulara ve/veya bu davranışa –bazen haklı olarak- olumsuz tepkiler verebiliyor arkadaşlarım. Ama biraz empati kurarak daha seyahatin başında gerilmesiniz, sinirleriniz de bozulmaz. Konu politikaya dökülürse işin içinden çıkamazsınız. Siz en iyisi mi elinizde gidiş-dönüş uçak biletinizi, kalacağınız otelin rezervasyon bilgilerini hazır tutun. İzliyorum kontroldekileri. Hemen hemen herkes önce telefonundan arıyor, buluyor-bulamıyor vs. bir hayli zaman kaybı. Zaten sizi kıskanan(!) yabancı ülkenin görevlileri bu panik ve gergin hali görüyor. Uzayan sorular ve zaman kaybı takip ediyor. Pasaportumu verirken aynı anda sormadan 3 cümle ve telefonumda hazırladığım görselleri gösteriyorum. “Fuar için ve oğlumu ziyarete geldim”, “Dönüş uçak biletim”, “Otel rezervasyonum.” Cevap daha kısa: “İyi günler”.

Valizimi alıp alandan çıkınca olağanüstü bir kalabalık beni karşılıyor. Arda’dan gelen mesajla sebebini anlıyorum. Arda, demiryolları çalışanlarının grevi nedeniyle havaalanına gelemeyecek. Tren seferleri sayısı azaltılmış ve iptal edilen seferler olmuş. Bu demek oluyor ki tren yerine otobüs ile merkez gara ulaşmam gerek. Otobüs duraklarını işaret eden levhayı takip ediyorum. Aslında çevreyi biraz hatırlıyorum ama inşaat çalışması ve farklı terminale indiğimden dolayı biraz karmaşık. Otobüs durakları tam bir kaos. Alana gelen-giden yolcu yükü nedeniyle tüm otobüs duraklarında onlarca insan üstelik valizleri ile bekliyor. Türkçe konuşmalar duyuyorum durağımı ararken. "Belli saatlerde trenler var şehre" diye konuşuluyor. Acaba mı? Şansımı denesem mi? Soruyorum Türkçe konuşanlara. Onlar da 4-5 kişilik bir grup. İçlerinden -havaalanında çalıştığını sonra öğrendiğim- bir kadın da benim gibi şansını deneyeceğini, yaklaşık yarım saat sonra gelecek treni bekleyeceğini söylüyor. Onunla sohbet ederek tren istasyonuna gidiyoruz. Almanya’daki 3.kuşak temsilcilerimizden biri. Politika ister istemez konumuz oluyor. Bir cümlesi özetliyor konuşmamızı.: “Eskiden Türkiye’ye gittiğimde tüm ailemi zaman zaman dışarıda yemeğe götürür, yemek ısmarlardım. Şimdi, “herkes kendi evinde yesin yemeğini” diyorum.” 3.kuşak olmasına rağmen söyledikleri beni etkiliyor. Ailesi dışa kapalı ortamda büyütmüş. Alman okullarına göndermemiş, neredeyse hiç Almanca öğretmemişler. Almanca'yı kızının çocuk kitaplarından ve çizgi filmlerden daha iyi öğrenmiş, geliştirmiş. Almanca kendini iyi ifade etmeden önce orada dışlandığını, kendini ne Almanya’dan ne Türkiye’den diye tanımlayamadığı için çok zorluklar çektiğini söylüyor.

Kalabalık tren yolculuğu sonrası “Merkez Tren Garı”na ulaşıyorum.

Oğlumla buluşuyoruz.

Özlemişim.

Gar içindeki küçük ”İtalyan lezzetleri pazarı”nı geçip dışarı çıkıyoruz.                                 

2 saatlik zaman farkı nedeniyle şanslıyım. Daha öğlen saatleri ve fuar kapanıp Ayşegül ve ekibiyle akşam buluşana kadar Frankfurt’u gezebiliriz.

Frankfurt’ta pek çok durak ve istasyonda bilet alabileceğiniz ve üstelik Türkçe dil desteği de olan “bilet otomatları” var. Arda’nın bilet konusunda işi daha rahat. Telefonda uygulama kullanıyor. Karşılıklı güvene dayalı sistemler ne kadar güzel. 3-4 yıl önce uzak bir ilimizden iş için çekime gelen yapımcı arkadaşımız, İzmir’de tramvay duraklarında insanların 3 tarafı açık bile olsa gelip kartını basıp turnikeden geçmelerine çok şaşırmıştı. Yurt dışındaki karşılıklı güvene dayalı toplu taşıma uygulamalarını görse ne derdi acaba?

Otele eşyaları bırakıp dalıyoruz kalabalığa. 

Frankfurt’u nasıl tanımlayacağımı bilemedim.

Gökdelenlerin ve modern (!) binaların gölgesinde kalmış eski binaların olduğu bir mimari. Bana göre kimliksiz. Ama Arda hiç öyle düşünmüyor. O uzun göğü delen ucubeleri modernliğin yüzü olarak tanımlıyor. E şimdi bir mimarla nasıl tartışabilirim ki bu konuyu. Estetik diyecek olsam, “kime göre, neye göre?” diyor.

Frankfurt'u Main gökdeleninin zirvesinden izleme şansımız varmış. Havanın soğukluğu gökdelenin zirvesinde katlanacaktır diye vazgeçiyoruz. Arda daha önce çıkmış ve (yükseklik korkusuna rağmen) etrafı izlemiş. Belki bir başka zaman ben de çıkarım.

Devam ediyoruz eski şehri gezmeye.

Böyle diye diye şehrin merkezine dek ulaşıyoruz.

Frankfurt’un bir finans merkezi olmasının da etkisi olsa gerek, insanlar ofis çalışanları tipinde. Ellerinde evrak çantaları veya şık giyimli 2-3 kişilik gruplar halinde konuşan, hızla sanki bir yere yetişmeye çalışan insanlar. Bir finans merkezi şehri olan Frankfurt’un kozmopolit yapısı kendini hissettiriyor.

Şehri ikiye bölen “Main” nehri kıyılarının yeşil alanları soğuk havanın etkisi ile olsa gerek, boş. Tipik Avrupa kentlerinin “eski şehir” merkezi ve çevresinde turistlerin olduğu bir kalabalık var sadece. Güneş sadece aydınlatıyor ama ısıtmıyor.

Soğuk havanın eşliğinde Arda’nın rehberliğinde geziyorum Frankfurt’u.

Akşam fuar ekibimizle buluşup yemeğimizi yedikten sonra toplu taşıma ile dönüyoruz otelimize. Frankfurt dağınık bir şehir ama toplu taşıma ağı çok gelişmiş. Metro, tramvay ve otobüslerin duraklarının yakınlığı ile aktarmalar kolay ve hızlıca. Sefer aralıklarının en uzak aralığı 7-8 dakika. 

Yine etrafın buz kestiği bir sabah. Pazar günü olmasının da etkisi ve şehir merkezinin biraz dışında olmamız nedeniyle ıssız bir çevreye günaydın diyerek kahvaltı için otelden ayrılıyoruz. Saat henüz 10 olacak ama şehir merkezi bile hala uyuyor. Arda sevdiği bir mekanı öneriyor: “Isabella cafe”. Tüm ürünlerinin glutensiz olmasının yanında, menüde vegan seçenekler de var. Arda ve Lisa vegan. Almanya’da bu konuda hiç zorlanmıyorlar. Neredeyse tüm kafe ve restoranların menülerinde vegan seçenekleri var; bu ürünlerin fiyatları normal ürünlere göre 1-2 euro kadar pahalı. Afili isimleri olan kahveler 2.5 Euro ile 5 Euro arası değişiyor. Doyurucu bir kahvaltı menüsü, en pahalı olanı 7-8 Euro. Karnımızı doyuruyoruz ve yine birikmiş sohbetlerimiz ile Arda’nın rehberliğinde Frankfurt’un merkezinden yavaş yavaş fuar alanı olan “Messe”’ye doğru yürüyoruz.

Burada bir parantez açmak istiyorum. Doğma büyüme bir İzmir’li olarak “Fuar” kelimesinin anlamı benim için bir başkadır. 1 ay süren fuar süresince katılımcı onlarca ülkenin ürünlerinin sergilerinin olduğu kocaman bir alan. ABD ve SSCB’nin pavyonlarının rekabetlerini pekiştirecek şekilde karşılıklı olduğu ve ürünlerinin sergilendiği hatta Rusların uzay üslerinin birebir modelinin sergilendiği -ve gezdiğim- bir rüya alanı idi. Son model otomobillerden ev eşyalarına, yiyeceklere-içeceklere, lunapark eğlencesinden tiyatrolara, gazinolara renkli bir ay olurdu. Akrabalarımız, tanıdıklarımız fuarı gezmek, görmek için şehir dışından bile gelirlerdi. Şimdi adına Kültürpark dediğimiz alan 420.000 metrekare. Neredeyse 2000 yılından beri artık 1 ay süren bir fuar yok. 10 gün, galiba hatta daha kısa süreli uluslararası bir fuar var. İçeriği ise 30-40 yıl önceki gibi hiç değil. Fuarın bir başından diğer başına en uzak iki noktasının arası 850 metre. Çocukluğumda sabahtan akşama tüm pavyonlar gezilir, lunapark'a gidilip oyuncaklara binilir sonra akşam da ünlü sanatçıların sahne aldığı gazinolara gidilirdi. Kısaca fuar ticaret fuarı temasından öte bir eğlence fuarı idi bizim için. Yeni çıkan araba modelleri, ilginç makinalar, ne işe yaradığını pek bilemediğimiz ilginç aletler, yiyecek içecek promosyonları ve broşürleri topladığımız 1 aylık bir şenlikti.. Fuarı çepeçevre dönen şimdiki koşu pistinin yerine bir zamanlar mini tren için tren yolu vardı ve o trenin son vagonu atlı karınca oyuncakları gibi oyuncakların olduğu ve biz çocuklar için en eğlenceli olanı idi. Son olarak, ağaçlar altındaki dinlenme alanlarının bazılarında bir direğin üzerinde kafesin içinde yer alan siyah-beyaz televizyon bulunur ve belli saatlerdeki yayınları seyrederdiniz.

Gelelim “Frankfurt Messe” diye anılan fuara. Firmanın kendi sitesinde şöyle bir cümle var, belki durumu özetler: ” …. Frankfurt’un 780 yıl süren yolculuğunda ticari fuarlar, bir ortaçağ pazarından küresel bir oyuncuya dönüşmüştür…”

Fuar, kendi sergi alanları ile dünyanın en büyüğü; 590.000 metrekare. Kısaca kendimi fuarları bilen tanıyan diye bilirdim bundan 20 yıl öncesine kadar. 20 yıl önce çekim için gittiğim zaman gördüğüm Hannover Fuarı’nın büyüklüğüne şaşırmıştım. Geçen yıl Düsseldorf’da gördüğüm fuar ise şaşkınlığımı katlamıştı. Frankfurt’tan sonra sanırım beni hiçbir fuar şaşırtamaz (-mı?-). Ayrıca fiziki büyüklüğünden öte organizasyon olağanüstü. 

"Ambiante Fuarı" ve başka temalı sergiler var. 300 küsur Türk firması da katılımcı imiş. Fuarın ana giriş kapısında kocaman bir reklam panosunda bulunan Türk firmasını görünce insanın gururu okşanıyor ister istemez.

Fuarın önündeki 21.5 metrelik demir döven işçiyi temsil eden dev kinetik heykel uzaklardan bile olsa göze çarpıyor.

İçeri giriş kartlarımızı almak için ana kapıdan giriyoruz. 15-20 dakikalık yürüyüş sonrası ilgili alandan kartları alıp bizim ekibin yanına gitmek 5-10 dakikamızı alıyor.

Büyük bir fuar ve elbette televizyoncular her yerde yine.

Uluslararası fuar olduğundan olsa gerek, pek çok ülkenin televizyon ekipleri çekimler yapıyordu. Özellikle yeni nesil kameramanlar bu tür çekimleri küçük (!) kameralar ile çalışmayı tercih ediyorlar. Ama kamera ne kadar küçülürse bu kez gerekli eklentiler nedeniyle büyüyor (profesyonel çekimler için kendi adıma uygun bulmuyorum). Mesleki deformasyon nedeniyle pek çok kamera ekibi gözüme çarpıyor ama uzaklaşmaya çalışıyorum o ortamdan.

Fuarda yer alan ürünlerin neredeyse tamamı için "fotoğraf ve video çekilmemesini" rica eden yazı ve işaretler var. Pek çoğu parakende değil toptan satış veya distribütör arayışları için burada belli. Bu tür fuarların son günü veya kapanışın son saatleri çok uygun fiyatlara bir kaç perakende satış da yapılabiliyormuş. Bilginize. Eğer bu tarz bir fuara giderseniz aklınızın bir köşesinde dursun, sonra unutmayın.

Farklı ve değişik pek çok ürünün fotoğraflarını çeksem bile yayınlarımda problem olmaması için sadece izinli olanların fotoğraflarını paylaşabiliyorum.

Fuar kapanıp, karanlık kente hakim olunca gökdelenlerin ışıkları ile şehir daha farklı manzaraya bürünüyor.

Işıltı gökdelenler kalabalığı içinde saklıyor.

Bizim fuar ekibi gün içinde sadece fuarda bulunuyor. Ben de zaman zaman dışarıya çıkıp toplu taşıma ile şehir merkezine rahatça ulaşabiliyorum. Fuarın çevresindeki hemen her noktadan metro-tramvay-otobüs rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Ayşegül ile akşamları soğuk ve yorgunluk nedeniyle küçük bir atıştırmalık sonrası otele dönüyoruz.

Würzburg

Artık fuarın bitmesi ile birlikte Ayşegül ile bana yol göründü. Arda'nın yanına gitmek üzere yeni etaba başlıyoruz. Bu kez tren değil araba ile gideceğiz. Araba kiralamak bu kez daha ekonomik olacak bizim için. ICE trenleriyle 2 kişi gidiş-dönüş ücretinden daha ucuz araba kiralamak.

Benzin 1,89 Euro. Frankfurt ile Würzburg arası 110 km kadar. Otoban yer yer 4 hatta 5 şerit. Çok yoğun tır ve kamyon trafiği oluyor her seferinde ama trafik kurallarına uyarsanız trafiği hissetmezsiniz bile. Almanya’da otobanlarda hız sınırı yok. Ancak zaman zaman hızınızı sınırlayan uyarı levhaları gördüğünüz anda onlara uymak zorundasınız. 110 yazıyorsa 110, 100 yazıyorsa 100 km olacaktır hızınız. %10 marjım var esneteyim diye düşünmeyin! Türkiye’deki gibi kendinizi en sola şeride atıp da gaza basmayı da düşünmeyin. Sağ şerit boş olduğu sürece sağdan devam etmeniz gerekir. Sadece sollamak için şerit değiştirmeniz ve sinyal vermeniz gerekir. Kısaca bildiğiniz ama uygulamadığınız ve bu yüzden unuttuğunuz trafik kurallarına harfiyen uymalısınız. Aksi durumda illa ki bir yerde bir şekilde ceza muhakkak gelecektir. Araç kiraladığınız zaman benzini dolu alıp dolu teslim etmeniz gerekir. Eğer eksik bırakırsanız şirket sizden dolması için gerekli farkı isteyebilir ve hatta bunun için komisyon da isteyebilir. Türkiye’de bu sistem sağlıklı işlemediği için veya “ne olacak eksik oluversin” diye düşünürseniz zor durumda kalabilirsiniz. 10-15 Euro için tartışmanız orada çalışanları zor durumda bırakabileceği gibi, ülkemizin imajı için de olumsuz olacaktır.

2017 yılından beri bir kaç defa gittiğimiz için pek yabancılık çekmediğimiz yer. Arda’nın oradaki varlığı da bizi çok rahatlatıyor elbette.

İnternette “Würzburg” diye yazarsanız, ilk cevap; “turistik romantik yol rotasının başlangıcı” oluyor. Kente baktığınızda ise ilk gözünüze çarpan üzüm bağları oluyor. Haliyle şarabı ile ünlü.

“Alte Main Brücke” köprüsü üzerinde kente yukarıdan bakan “Marienberg Fortress”in ve üzüm bağlarının manzarasını tadını çıkarabilirsiniz.

“Alte MainBrücke”, Prag’daki ünlü “Charles Köprüsü”nü çağrıştıran köprü; bunun bir ayağında bulunan şarap evinden Würzburg’un ünlü şarabını alıp köprü üzerinde manzara eşliğinde yudumlayabilirsiniz (sakın bardağınızı vermeyi unutmayın, depozito 5 Euro). 0,25L şaraplar 5 Euro ile 7,50 Euro arası. Gün ve mevsim fark etmeksizin köprünün üzerinde hep bir hareketlilik var.

Marienberg 2. Dünya savaşı sonrasında yeniden inşa edilmiş. Teraslı soylu bahçeleri ve içerisinde sanat ile tarih müzeleri var.

Şehir merkezinde ise  bir saray var: “Rezidans Würzburg”. Daha önceki gidişlerimizden birinde gezmiştik.

Bahçeleri ve içerisinde artık müze olarak ta kullanılan bölümleri gezilebilir.

Sarayda bize en ilginç gelen, Osmanlı padişahlarının yağlı boya portrelerinin sergilenmesi idi.

Würzburg’u gezmek için en güzel zaman bize göre ilkbahar ve yaz mevsimi. Yazın özellikle Ağustos ayında İzmir’den bile sıcak olduğuna şahit olduk. Soğuğu ise baya üşütüyor doğrusu.               

”Ring Park”, yeşil bir kuşak gibi kent merkezini çevreliyor. Tabelaların birinde okumuştuk; 220 tür bitki ve 5000’e yakın ağaç varmış. Ayrıca küçük süs havuzları ve çeşmeler ile ara ara karşılaşabiliyorsunuz.

Şehrin merkez meydanı “Marktplatz” ı seviyoruz.

Kentin içinde zaman zaman sizi, mimarisi ilgi çekici eski binalar karşılıyor.

Meydanın hemen kenarında bir manav ve çiçekçi ve bir kaç büfe var. Bu defa şansımıza gezici bir Fransız tezgahı kurulmuş.

İlgimi en çok zeytin tezgahı çekiyor.

Zeytinler pahalı. Bu konu hakkında yazabilececeğim (hayıflanabileceğim) pek çok detay var. Bunları “Belçika” bölümünde yazmaya çalıştım.

“Almanya pahalı mı, fiyatlar nasıl?” diyenler, bir marketin sebze-meyve reyonlarının fotoğraflarını inceleyebilir.

Fotoğraflar 2024 yılı ocak ayına ait. “Ooo üzerinden zaman geçmiş kim bilir ne kadar artmıştır fiyatlar” diyenler için küçük bir bilgi: 2023 yılı enflasyon oranı (resmi rakamları) yıllık %5,9. Bilmem anlatabildim mi?

Artık dönüş zamanı. Zaten gelişimiz demiryolları grevi nedeniyle yeterince tedirgin edici idi. Bu kez dönüş için bizi başka bir sürpriz bekliyormuş meğer. Uçak Cumartesi günü öğleye doğru. Bir gün önce akşamüstü, havayolları şirketinden “çiftçilerin protesto gösterisi nedeniyle havaalanına özel araçla değil, toplu taşıma ile gelmenizi tavsiye ediyoruz…” diye özetleyebileceğim bir SMS. Eyvah. Kiralık arabamızı havaalanında teslim etmemiz gerek. Nasıl yapmalı?

Sabahın neredeyse kör karanlığında Würzburg’dan ayrılıyoruz. Frankfurt’ta otelde unuttuğumuz birkaç parça eşyayı alıp havaalanına gidiyoruz. İlginç, yollar gayet açık. Hani trafik? Şimdi trafik tıkandı tıkanacak derken havaalanının içine geldik. Merak da etmeye başladık açıkçası. Protesto deyince onlarca polis aracı, toma, panzer vs. bekliyoruz.

Derken korna sesleri eşliğinde onlarca traktörü konvoy olmuş şekilde görüyoruz; havaalanı etrafındaki yolun belli bir şeridi kapatılmış ve onlara ayrılmış, orada turluyorlar. Güvenlik ise sadece konvoyun başında ve sonunda birkaç polis aracı. Tüm şaşkınlığımıza ve ülkemizi, böyle bir protestonun ülkemizde nasıl olabileceğini, etki ve tepkileri aramızda tartışa tartışa fobime doğru gidiyoruz. Fobim mi? Ülkemiz dışında yakıt istasyonlarından yakıt alma fobisi. (Arabayı teslim ederken dolu depo teslim etmemiz gerek). Pompaya yanaşıyorum. “Fulle” diyebileceğiniz bir görevli yok. Bu nedenle basit olan iş stresli hale gelebiliyor. Bazı istasyonlarda kredi kartını pompa üzerindeki ilgili yere okutuyor, sonra yakıt almaya başlıyorsunuz. Pompa durunca tekrar çalışmıyor. Hesap kesiliyor. Ama depo daha dolmadı. Hadi bir daha. Ya taşarsa. Ya az gelirse. Hele bir de bazen pompa durunca hesabı kesmek için istasyonda kasanın olduğu yere gidiyor, ödemeyi yapıyorsunuz. E depo dolmadı, hadi baştan… Kısaca alışık olmadığımız bir stres.

Neyse ki Frankfurt havaalanında bulunan servis yapan kimsenin bulunmadığı istasyonun işleyişine biraz olsun alıştım. Hemen her  gelişimizde Ayşegül ile pompaların başında boğuşurken bizim gibi turistlerde de aynı manzarayı gördükçe, hele bir de bize nasıl olacağını sorunca biraz moralim yükseliyor.

En çok sevdiğim diğer aşama. Havaalanına daha en dış kapı girişinde arama yok. Zaten yolculuk gerilimi var bir de üstüne daha girişte hadi kemer, saat elektronik vs, xray kapıdan geçtin, yok öttü ötmedi gerilimi, şu çantayı aç, kapa, toplan gerilimi yaşanmıyor. Bilmiyorum, henüz ülkemiz gibi başka bir yerde daha dış kapıdan başlayan bu kadar arama aşaması gördüğümü hatırlamıyorum. Bilet işlemlerini yapıp, pasaport kontrolünden geçtikten sonra salona giderken arama noktasından geçiyoruz. Bu konu neden bizde bu kadar önemli acaba? İşe yarasa ne güzel diyeceğim ama. Viyana gezimiz sırasında İzmir’den iki güvenlik kapısından sıkı sıkı aranıp geçtikten sonra dönüş yolunda Viyana havaalanında güvenlik noktasından geçerken küçük bir çakımı Arda’nın çantasında fermuarlı küçük cepte unutmuşum. Üstelik İzmir’den beri hiç açmadığımız cepte. Kontrol ederken görevli fark etti. Hemen bir form uzattı. Formu orada doldurduk ve evimize postalamaları için ücreti (yıl 2016 ücret 7 Euro) ödedik. Çakımız eve bizden birkaç gün sonra geldi. Neden İzmir’de 2 defa aramadan geçtik ve çakı neden fark edilmedi? Edilse bile ne olacaktı akibeti … Neyse.

Frankfurt Havalimanı’nda iki terminal var. İki terminal arası yaya olarak uzun mesafe gidebileceğiniz gibi otobüs veya sürücüsüz bir tren-cik- de var.

Şimdi biraz “duty free” bölgesi gezisi zamanı. İlk defa burada fark ettim. Markette 6 tanesini yaklaşık 2 Euro’ya alabildiğimiz 500ml’lik pet şişe su, buradaki otomatlarda tanesi 4 Euro! Demek ki fahiş fiyat bazen buralarda da olabiliyor.

Artık uçak saatini beklerken Ayşegül’ün uzun, benim daha kısa olan “bi göz atıp çıkalım” dediğimiz Frankfurt ve Würzburg günlerimizi konuşabiliriz.

Artık gün batımını ülkemizden izliyoruz.

Previous
Previous

Dubai

Next
Next

Belçika (Merhaba Tenten)