Dubai

(Du Bağayım Bi)

Dubai, bizim düşünmediğimiz bir lokasyon idi, ta ki Ayşegül‘ün yeğeni bizi çağırana dek. Uzun zamandır daveti alıyorduk, ama ben hep sonra olduğunu sanıyordum. Oysa Ayşegül, Özgür ve Sussanna ile organizasyonu çoktan yapmış bile. Sonradan dahil oldum bu organizasyona. Baştan farklı başlamıştı bu seyahat. İzmir’den direkt uçuş olmasına rağmen yeğenimizin hostes olan eşi sayesinde İstanbul aktarmasına rağmen daha uygun -ve daha değişik bir deneyim-iki katlı uçak ile gidecektik.

Ekonomi sınıfı olmasına rağmen geniş koltuk aralıkları en güzeli oldu.

Hemen her hava yolunda olmayan ekranlar burada ekonomi sınıfında da var

Ekonomik yolculuk deyince sınırlar var.

Ama uçağın içindeki sınıf farkı dışarıda yok, gökyüzü herkesin…

Yaklaşık 4,5 saat süren yolculuğumuz sonrası Dubai’ye varıyoruz.

Daha uçaktan iner inmez karnımız acıktı :) 

Yolunuz düşerse “smart e-pasaport” noktasına gidip pasaport kontrolünden geçmeye çalışmayın. 2024 Kasım itibarıyla Türk pasaportlarımızı tanımıyor. Bavulları  almadan önce geçtiğimiz pasaportta bu kez ilginç bir olay yaşadık. Pasaport memuru ikimize birer tane sim kart hediye etti. 24 sat geçerli, 10GB bedava.

Biz kullanmadık. Tarifemiz bizim için geçerli ve yeterli olduğu için Dubai’ye gidecek arkadaşlarımıza hediye etmek için ayırdık bir kenara. 

Her havalimanında değişmeyen, klasik haline gelen bavul bekleme süreleri :(

Sonuçta şeriat ile yönetilen bir ülkedeyiz. Bu ülke kuralları alışageldiğimiz Avrupa kuralları dışında olabilir. Alanda bu kuralları nazikçe size bildiriyorlar.

Dışarı çıkar çıkmaz nemli ve sıcak hava biraz sarsıyor doğrusu.

Gecenin karanlığında karayolunda hızla ilerlerken arabanın arkasından başımızı eğerek bile tepelerini göremediğimiz dev kule ormanlarından geçip ilerliyoruz. Bir yandan bizim çocuklarla sohbet ediyoruz, diğer yandan fotoğraf çekmeden anın tadını çıkarmaya, çevreyi keşfetmeye çalışıyoruz.

Eve, Marina Bölgesine ulaşıyoruz. Benim gibi yükseklik korkusuna sahip biri için 9.katta olmak pek iyi değil. Buraya gelirken kendimi hazırladım, daha çıkılacak 3 zirve var. Hem çekim yaptığım zamanlar nasıl vizörün arkasından bakarak yükseklerde olabiliyorsam burada da olurum. Balkonda oturmadan daha, telefonla fotoğraf çekerek kendimi alıştırıyorum.

Ülke artık hafta sonu tatilini Cuma-Cumartesi değil, Cumartesi-Pazar olarak yapmaya başlamış. Bugün Cuma ve İlk gezi günümüze “Eski Dubai’den” başlayacağız. Gündüz günü hem sohbet ediyor, hem çevreyi izliyoruz merakla.

Henüz gökdelenler bölgesine gelmedik. Normal yükseklikte binalar(!) arasında ilerliyoruz henüz.

Coğrafya çöl olunca neredeyse ip gibi uzanan otoyoldan bu kez gündüz gözü ile geçiyoruz. 30 Km şehrin bir tarafından diğer tarafına geçeceğiz. Trafik ile beraber Özgür’ün gayet yavaş (!) kullanımına rağmen yol 40-45 dakika sürüyor.

Yolunuz düşerse güzel bir mekan.

Bize yabancı olmayan bir kahvaltı kültürü olmasını seviyorum. Peynir, zeytin, yumurta…

Ailenin annesi diye Ayşegül’e hediye ediyorlar pideyi. İlginç bir hediye oluyor tabii.

Sıkı bir kahvaltının ardından atıyoruz kendimizi sokaklara. Dubai Körfezi kıyısında yer alan “Eski Şehri“ geziyoruz ilk olarak. “İyi ki kışın geldiniz” diyor Özgür. Hava henüz sadece 32 derece ve arada sanki bir esinti gelip terlememizi engelliyor gibi.

Henüz kalabalığın başlamadığı eski çarşı.

Eski evlerin köşelerinde yüksek kuleler bulunuyor. Çok eskiden bu kuleler serinlemek amacı ile kullanılıyormuş. Kulenin üstünden pencerenin genellikle rüzgarı alan bir tarafından içeri giren hava içeride sirkülasyon yapıp evin içini serinletiyormuş (kuleler dışında zaman zaman kendimi Gaziantep’in kale bölgesinde hissediyorum, zaman zaman ise Mardin’in sokaklarında). Sıcak iklim nedeniyle dar sokaklar arasından ilerliyoruz.

Saat 12’ye geliyor ama çarşı hala boş.

Sanki Gaziantep çarşısından tezgahlar var gibi.

Sadece Dubai değil, Hint çarşısı da var bir sokakta…

Baharatların birbirine karışan kokuları ve canlı renkleri her tezgahta.

Kapitalizmi sonuna kadar yaşayan Dubai’de değişimi gizlemeye çalışsalar bile, sonradan yapılan pek çok ortamı yaşımız gereği biz anlayabiliyoruz. Ancak bizden sonraki kuşak buraları otantik (!) ortamlar sanacak. Turizmin hedefi bugünden çok yarına. Elbette petrol bir gün bitecek. Turistik mağazalarda sunulan hizmetler neredeyse aynı bile olsa, her satıcı size “baharatlar, kaşmir-ipek kıyafetler, yöresel çaylar “için laf atıyor, sizi çağırıyor.

Körfezin karşı tarafı, Dubai’nin modern yüzü. 

Biraz mola zamanı.

Bir Arap kahvesi ve kek ile, buraya kadar gelmişken -pek istemesek de- “altın çarşısına” gitmek üzere enerji alıyoruz. 

Adam başı 1 Dirhem vererek 2-3 dakika içinde körfezin karşı kıyısına geçiyoruz.

1950’lerde balıkçı kasabasından günümüze kadar alınan yol bir duvarda sergileniyor.

Bizim zevkimize ve kesemize tamamen uzak, ama gezip görelim bakalım diyoruz “Altın Pazarı’nı”.

Guinness rekorlar kitabına giren dev yüzük, daha girişte gelenleri karşılıyor. 

Özgür’ün söylediğine göre en çok Uzak Doğulular rağbet ediyormuş alışveriş için. Bizim gibi Avrupalı turistler ise daha çok “alıcı” değil “bakıcı”.

İlginç tasarımlar da var.

Pek çok kişi için cazip olabilir ama nedense bana hitap etmiyor takı olayı, fakat tasarımların değişik olması ilginç. Ha alır kullanırmışım? Hem maddi hem manevi kesinlikle “hayır”.

Artık "tarihi Dubai’yi” bitiriyoruz. Rotamız “Dubai Frame”.

Helikopterin yanından kapı açık halde uçarken, balondan çekim yaparken, yamaç paraşütü çekerken veya minarelerin tepelerinde çevreyi görüntülerken vizörün arkasından baktığım için, görev nedeniyle yükseklik korkum hep ikinci planda kalırdı. Şimdi kentin eski ve yeni halini görebileceğimiz 150 metre yükseklikteki Dubai Frame’e çıkmak var sırada (sonra 250m ve sonra 452m de sırada). Bu yapının üstüne çıktığınızda gri cam zemin adımınızı algıladığında şeffaflaşıyor ve 150 metre yukarıdan aşağıyı bir anda görüyorsunuz. Seyahatimizi planladığımızdan beri bu anı düşünüyor, kendimi hazırlıyordum.

Dışından dev bir fotoğraf çerçevesi. 

Giriş ve binanın üstüne çıkış için kişi başı 52 Dirhem ile en ucuz etkinlik diyebilirim (herşey para, her adım para demek Dubai’de…)

Şimdilik gerginliğimi fotoğraf çekerek atıyorum.

Binanın nasıl yapıldığı ve hangi malzemeler ile yapıldığı ve dünyanın başka sembol binalarının karşılaştırıldığı kısa bilgilendirme notlarından sonra, eski çarşının canlandırmasının içine doğru yola devam ediyorsunuz.

Dubai eski çarşı canlandırması Dubai’nin balıkçı kasabası olduğu dönemlere ait. Bu etnografik müzeden kısa bir geçiş ile asansör kuyruğuna geliyoruz. Bir kaç dakikalık bir bekleme sonrası asansöre bineceğiz.

Hızlı bir yolculuk.

Daha asansörde başlıyorum gerilmeye ama çocuklara hissettirmemeye çalışıyorum. Dizlerimin içi titriyor, sıcak basıyor… 150 metre yukarıdayız. Bir yanımızda eski Dubai, bir yanımızda yeni gökdelenlerin yükseldiği Dubai ve ortada gri zemin.

Tamam, ortasında değilim ama yinede zeminin üstünde sayılırım. Cesaretimi toplayıp adımlarımı atıyorum. Başardım (iyi halt ettim, alt tarafı 150m yukarıda güvenli bir ortamdayım).

Doğu tarafı kentin eski yüzü.

Batı tarafı ise kentin modern yüzü.

“Bir marka değeri nasıl yaratılır?” sorusunun cevabı burada sanki. Petrol sayesinde kazanılan para ile balıkçı kasabasından ticaret merkezine, turizm merkezine dönüşümü görüyorsunuz. Girerken eski Dubai’yi izliyorsunuz, çıkarken ise 2050 yılı hedef Dubai’yi. Olağanüstü bir görsel şov ile paranın gücünden etkileniyorsunuz ister istemez.

Yine ışıldayan kule ormanlarından geçerek geceyi bitiriyoruz.

Bugün Özgür’ün işi gereği “Dizayn fuarı’na” gitmesi gerek. Neden olmasın? Biz de eşlik ediyoruz. Avrupa’da gördüğümüz fuarlar ile farkı var mı acaba? Fuar alanları her zaman bizi yormuştur ama Frankfurt ve Düsseldorf fuarlarından sonra burası daha çok sergi salonu gibi duruyor ve yarım günde gezmeyi bitiriyoruz.

Fuarın çevresindeki binaların arasında da çeşitli eserler ve küçük alışveriş dükkancıkları yer alıyor ama sıcak havada pek gezilesi değil.

Yarım günde biten fuar sonrası Özgür ve Susanna’nın Türk arkadaşları ile görüşmeye gidiyoruz.

Dünya’nın yedi yıldızlı ilk oteli “Burj el Arab” arkamızda.

Bizi bekliyorlar. Kısa sürede çok sevdiğimiz çok sıcak pırıl pırıl gençler. Burada hepsi aynı, hepsi “Expat” yani göçmen ama Türkiye deki kendi akranları ve meslektaşlarına göre çok daha olgun, kendilerini çok daha iyi yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam eden, ayakta ve hayatta kalabilmek kısacası ormanda hayatta kalabilmek için savaşan, bizim kaçırdığımız başkalarının kazandığı parlak zekalar.

Güne veda eden Burj el Arab.

Farklı renkler ile geceyi aydınlatan yüzü.

Bugün güne buradan veda ediyoruz.

Nedense bugün rahat bir trafik var.

Bu sabah ilk planımız denize gitmek.

Anladığımız kadarıyla “expat” ların evleri daha çok “Dubai Marina” dedikleri bölgede. Yine tamamı ile son on yıllar içinde çok çok paralar dökülerek hiçliğin ortasında sıfırdan yapılan “yapay bir dünya”dan, biraz daha sakin olan başka bir bölgedeki plaja gitmek için yola çıktık.

Ayşegül ve Susanna arabanın önünde otururken, ben arabanın arkasında bakınıyorum.  Bu yapay ve izole dünya sanki bilim-kurgu filmleri seti gibi. Hem fiziksel yapıları ile hem ara planında yatan sınıfsal ayrımlar ile sanki bir film seti. Mekan kısıtlaması olmadan yapılan bir set.

Sınırsız çöllerin arasındaki yolların birbirine bağladığı sınırsız gökyüzüne uzanan beton devler arasından geçip denize ulaşıyoruz.

Kış olmasına rağmen deniz Antalya’nın yaz sıcağı kadar sıcak bir deniz. Denizden çıkınca ise daha sıcak ve daha fazla dayanamıyoruz. 1 saat bize yetiyor.

Plajın hemen yakınında “Artisan cafe” kruvasan ve kahvaltılıkları ile güzel bir mekan. Bu arada fiyatlar AED ve USD olarak gösteriliyor. Kredi kartı ile ödemek isterseniz USD ve AED seçeneği var ve komisyon yok. İsterseniz bahşişi dahil edebiliyorsunuz. Zorunluk değil ama genel kural olarak %10 gibi bahşiş verebilirsiniz. 

Farklı ve taze kruvasanlar. Fiyatlar kurları çevirince bize göre pahalı. 1 Dirhem yaklaşık 10 lira. Hesap kolay. Dirhemin sonuna sıfır ekleyin TL, dörde bölün EURO oluyor. Kısacası -bize-her türlü pahalı :)

Bugünün diğer aktivitesi Palmiye adasının manzarasını görebileceğimiz 250m yüksekliğindeki gökdelenin tepesine çıkmak. Bu seyahat belli olduğundan beri kendimi yükseklere hazırlıyorum. Dün 150 derken bugün 250, hadi bakalım.

(Dubai deyince aklınıza tek bir şey gelirse “para” olacaktır. Üç şey derseniz ise “para , para ve para “olacaktır. Manzara görmek için de para veriyorsunuz yine. Üstelik fiyatlar burada 60 AED ‘den başlayıp ucu açık gidiyor. Gün doğumunda manzara derseniz 60 AED,belli zaman aralığı 80-100 AED cafe de kahve ile yemek vs vs… uzayan fiyatlar. Biletinizi kesinlikle interneten ve çok önce alın. Hem daha uygun fiyat hem uzun bilet sıraları beklemeyin. Pek çok web sayfası veya gideceğiniz yerin resmi siteleri online bilet sağlıyor. Neresi derseniz tavsiyem; Google veya İOS haritalardan gideceğiniz turistik lokasyonu yazın. Harita orayı bulduğunda dikkatle bakın fotoğrafın altında size yol tarifi vs dışında bir de “bilet” diye bir ikon açacaktır. Burada bilet alabileceğiniz web sayfalarını bulabilirsiniz).

Binanın tepesine çıkmadan önce sanki balık hapishanesinden pardon akvaryumun içinden geçtiğiniz hissi veren dijital ekrandan sonra palmiye adasının nasıl yapıldığını anlatan aşama aşama ekran ve bilgilendirmelerden sonra, başka bir görsel şov ile anlatımdan geçerek asansöre biniyorsunuz.

Bu defa şov ayaklarınızın altında.

(kısaca paranızı alıyorlar ama hakkını (!) veriyorlar)

250m yükselirken asansörde benim doğurduğum dokuz çocuk zaten yer kaplıyor diye düşünürken sıkış tepiş bir kaç saniyelik yolculuk başlıyor. Biner binmez önce karanlık olan duvarlar kapıları kapanması ile ışıkların 1 saniyeliğine sönmesinin hemen ardından (ki o 1 saniye bile korkudan beni benden alıyor) aydınlanıyor ve Dubai’ye tepeden baktığınız bulutlara yükselen bir video duvarlarda yansıyor. Ayşegül 40-45 saniye kadar sürdü diyor ama bir de bana sorun…

250 metre mi? Pöh. Yüzümde buraya dek çıkmanın gururu -yanımda yeni doğmuş dokuz çocuk- ile çok uca kadar gidemesem bile manzaranın ve paranın gücüne şahit oluyoruz.

Ayşegül, kaosun koşuşturmanın bitmediği bu yapay dünyaya bakarken.

Yukarıda 360 derece dönüp dakikalar sonra yüzümde “işte 250m yüksekte ve gayet sakinim” ifadesi ile altın saatlerin yerini karanlığa bıraktığı zamanda kenarlara en fazla yaklaşabildiğim yerden son defa Palmiye Adası’nı arkamızda bırakmaya hazırlanırken. 

Palmiye adası üzerinde bir çok restoranın bulunduğu “Marina Vista” bölgesinde bir çok seçenek var.

Palmiye Adasının yapraklarının birinde kumların üzerinde kurulu masalara yemek servisi alabiliyorsunuz.

(Gecenin sonunda eve dönüş araba ile ve gündüzden daha kötü bir trafik bizi bekliyor. Burada bir parantez açmak istiyorum. Genellikle stresden kaçmak için toplu taşıma ile ulaşımı tercih ediyoruz. Özgür, Dubai için toplu ulaşımın  teorideki gibi olmadığını sıcak ve kalabalık nedeniyle zorlanabileceğimiz düşünerek - sağ olsun -bize arabasını veriyor. Daha önce Mısır’da yaptığım çekimlerde Mısır’ın trafiğine şahit olmuş ve kelimenin tam anlamıyla “şok” olmuştum. Araç kullanmama rağmen yerel rehberimiz arabası ile çekimler için ulaşımı sağlamış ve kaosla orada tanışmıştım. Burada neyse ki trafik lambalarının renklerine dikkat edip kurallara uyuyorlar ama onun dışında 5-6 şeritli yollarda en sağdan en sola veya tersi aklınıza gelebilecek tüm şerit değiştirme ve sollama sağlama kombinasyonlarını düşünün ve bunu daha önce görmediğiniz model dev arazi veya jip vb arabalar ile hatta araya serpiştirilen en az 80-100 km hız yapan kurye motorsikletleri de düşünün, onu konvoy halinde giden bazen sebepsiz yere frene basan arabalar ile çarpın ve çıkan sonuca güneş gelmesin diye sürücü camını gazete ile kapatan taksi şoförlerini ekleyin, 8-10 dakika beklediğiniz kırmızı ışıkları ve hedefe 100m olmasına rağmen 100m yolu en az 15 dakikada ulaşmanızla çıkarın. Sonuç stres ve kaos. Cümleyi yine okusanız da kafanız karıştı değil mi? İşte bu karışıklığa yabancı bir araba kullanmayı ekleyince “Bir daha Dubai’de araba kullanmak mı? Ben almayayım”).

Gelecek müzesi, özellikle mimarisi ile olağan üstü ve onu görmek için erkenden yola çıkıyoruz. Kalabalığa kalmadan rahat rahat gezeriz diye düşünüyoruz. Arabamızı park edip bilet almak için gişelere gidiyoruz ama sonuç alamıyoruz. En erken bilet 12 gün sonrasına.

Kibarca ”bilet var var olmasına da VIP bilet dedikleri sıra beklemeden ve size özel rehber ile gezdiğiniz normalin 4 katı yaklaşık 400 AED’e girebiliyorsunuz” tekliflerini “yok biz almayalım” diyerek aynı kibarlıkla karşılık veriyoruz (aslında “bize de mi lolo” diyoruz anlamıyor).

Neymiş? Biletler çok çok önceden alınacakmış. Hadi bakalım kös kös “Burj Khalifa’ya”.

Bir ara mesafe yakın 2-2,5km kadar yürüsek mi acaba diye düşündük. Nasıl olsa hava çok sıcak değil (!) diyorlar. Daha karşı kaldırıma bile geçmeden sıcağı ensemizde hissedince arabaya döndük. Dünyanın en büyük AVM’si ile aynı kompleks içinde “Burj Khalifa”. AVM’ye arabayı park ettik etmesine ve hemen çevreyi sadece fotoğraf değil, videoya da çektik, yetmedi “Dubai Mall” uygulamasını telefonuma indirdim.

Uygulamayı yüklemenizi hatırlatan ilanlar var. Kare kodu okutarak indirebilirsiniz (uygulamayı indirdikten sonra aracınızın plakasını giriyorsunuz, ekranınıza aracınızın park yerindeki fotoğrafı geliyor ve “araca git” diye ilgili yere tıkladığınızda sizi çizdiği rota ile aracınıza götürüyor. Eğer isterseniz AVM içindeki herhangi bir yeri de artabiliyor ve yönlendirebiliyorsunuz. Uygulamayı kullanmak için “bluetooth”  özelliğinizin uygulamanın kullanacağı iznini vermeniz gerekiyor).

AVM henüz çok kalabalık değil neyse ki.

Ayşegül, Türkiye’de de olan 2-3 markanın fiyatlarını inceliyor. Fiyatlar hiç öyle söylendiği gibi vergisiz ucuz değil. Ayrıca adı “vergi” olmayan %5 lik bir “ek ödeme” alınıyor (gümrükten yine belli bir oranda harcama yaptı iseniz bu %5 lik ödemenizin %80’ni alabiliyorsunuz). Vergi değil ek ödeme bize bir yerden tandık geliyor. Zam değil fiyat düzenlemesi :) Neyse. Hatta bir markanın kazaklarının üretim yeri “Türkiye” diye okuyunca çok da şaşırmadık.

“Burj Khalifa”, AVM nin içinden ulaşılabiliyor. Acelemiz yok biraz çevreyi gezelim diyoruz.

İçeride küçük bir market de bulunuyor. Ülkemizdeki fiyatlar ile karşılaştırmak için bir kaç fotoğraf çekiyorum.

Yumurta fiyatları; tanesi 1 Dirhem'e yaklaşanı var, 1 Dirhemi var, geçeni var.

En kızdığım “yoğurt”. Bizim yoğurt heryerde “Yunan Yoğurdu” diye tanıtılıyor. Fiyatlarına bakıp bir daha sinirlenmemek elde değil. İyisi mi biz marketten çıkalım

Biraz gezip bir kahve molası sonrası AVM içinde navigasyonu açıp “Burj Khalifa"‘ya” yönleniyoruz. 

Sürpriz. Bilet yok! Bir kez daha anlıyoruz. Biletlerin önce alınması gerekiyor. Yine kapıdan dönüyoruz.

Akşamları saat 18.00’den sonra “Burj Khalifa” cephesinde ışık ve önündeki havuzda su gösterileri var müzik eşliğinde, onu bekliyoruz. Tanıştığımız Adana’lı bir çift ile bir süre sohbet ediyoruz kahvelerimizi içerken. Bizim gibi herkes gösteriler başlamadan en iyi seyir yerlerinde yerlerini almaya çalışıyor.

Ve gösteri başlıyor.

Yarım saat aralıklı olan gösterilerde müzikler ve su gösterisi değişiyor ama şansımıza fon gösterişsizdi. Oysa internette bir kaç etkileyeci gösteri görmüştük.

Çok verimli geçen(!) gün sonrası eve dönüyoruz.

Yeni deneyimlerimin olacağı bir güne merhaba diyoruz. Sağolsun Özgür, turizm acentesi olan arkadaşından “Gelecek Müzesi” ve “Burj Khalifa” için bilet buluyor.

Yeniden National Geographic’in “dünyanın en güzel müze binaları” arasında gösterdiği “Gelecek Müzesi”ndeyiz. İçeri girmek için sıraya girmemiz gerekecek. Yarım saat kadar beklememiz gerekecek..

Müze girişinde bile teknoloji bizi biraz şaşırtıyor. Giriş için genç yardımcılar var bizlere yardımcı olan. Verdikleri bileklik giriş biletimiz. Birimizin telefonuna müzenin wifi ağına bağlanarak uygulama yüklememize yardımcı oluyor. Bir de müze içinde yerimizi tespit etmeye yardımcı bir kit veriyorlar. Bu sistemle bize rehberlik edenlerin yanı sıra uygulamadan da yardım alınabiliniyor. Belli sayıda gruplar yapılarak rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz. Tüm rehberlik ve dokümanlar İngilizce ve Arapça. Aslında daha detaylı gezmek isterdik ama zor da olsa bulduğumuz Khalifa için biletin süresi yaklaşıyor.

Müzeyi gezmek için dolu dolu 2 saat ayırmak gerekiyormuş. Biz 1,5 saat civarında bazı detayları atlayarak bitirebildik.

Dubai’nin hiç bitmeyen trafiğine giriyoruz bir daha. Trafik stresine, saati gelen biletin stresi ekleniyor. Aracı park yerine park edip uygulama ile AVM içinden Khalifa’ya yetişmemiz gerekiyor. Bilet saatini 15-20 dakika geçerek ulaşıyoruz. Hiçbir şey demeden bizi alınca derin bir oh çekiyoruz. Meğer daha başlangıçmış bu. 1 saat kadar asansör kuyruğunda ilerliyoruz.

Dubai’de ilk defa arama noktasından geçince şaşırıyoruz. Sadece çakmakları aldıklarını fark ediyoruz (ülkemiz ne kadar güvenli diye düşünüyoruz, çünkü her AVM girişi her kamu alanına giriş adım başı arama-tarama-xray-güvenlik görevlisi vs.).

1 saate yakın asansör kuyruğu beklerken, kulenin nasıl yapıldığı, kule ile ilgili haberler, videolar ve dokümanların olduğu koridor boyunca ilerliyoruz.

Korkumun, heyecanımın yatışması için iyi geldi bu süre ve sürenin sonunda asansöre ulaştııık.

Artık 1 dakika kadar sürecek yolculuğa başlıyoruz. Asansördeki görüntüler bizi hazırlıyor.

124. katta 452m yukarıdayız. kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım korkuma engel olamıyorum. Buraya kadar gelmişim o kadar parayı vermişiz, buraya çıkmamak olmazdı deyip kendimi avutmaya çalışıyorum. Ayşegül'ün elini bırakmamaya çalışıyorum. 

İnanılmaz bir yükseklik, göğü delen kulelere bile yukarıdan bakmak çok ilginç.  Seyir için camların kenarına gitmeden kolumla uzanarak cep telefonundan fotoğraf çekip aşağılara bakmaya çalışıyorum.

Seyir terasından içeri girince başka bir kurum bizi karşılıyor. Bu kez aşağı inmek için asansör bekleme kuyruğu. Kuyruğa değil kuyruğun pencerelerin kenarından geçmesine sinirleniyorum. Yaklaşık yarım saat adım adım pencere kenarına bu kadar da yakın olunmaz ki canım! Buradan sırayı düzenleyenlere sesleniyorum. “İnsanlar pencere önünde kuyruğa girmesin! Orta alanda bunun için yer ayırın lütfen!” bilmem anlatabildim mi?

Gezimizin son gününü Abu Dabi’ye ayırıyoruz. Dört şeritli kırmızı asfaltlı yer yer yolu sağlı sollu ağaçlıklar arasında ilerliyoruz ve çölde bu kadar yeşilliğe şaşırıyoruz.

Abu Dabi için 2 günlük bir program belirlemiştik ama bu kez pek planladığımız gibi olmadı. Sadece dünyanın en büyük camii Şeyh Zayed ve de Louvre Müzesi’ni görmek için 1 günümüz olacak.  İlk durağımız Şeyh Zayid Camii.

Giriş bölümünde ayrıca AVM var. Biz arabayı kaybetmemek için hem park yerimizi hem çıkış kapımızın fotoğrafını çekiyoruz yine.

Camiye giriş için önce giriş ücretsiz bile olsa gişelerden bilet almanız gerekiyor. Ekrandaki talimatları izleyip bilgileri doldurduktan sonra biletinizin ekrandan fotoğrafını çekiyorsunuz. Yazdırmanız değil fotoğrafını çekmeniz için görevli uyarıyor. Ayrıca girişte biletleriniz ile birlikte kılık kıyafetlerinize bakıyorlar. Kadınların başları kapalı ve bacaklarını kollarını bileklerine kadar kapayan elbiseli, erkelerin de şortlu olmamaları gerekiyor. Eğer unutursanız ve yanınızda yoksa hemen oradaki mağazalardan bu yerel  “Kandura” denilen kıyafetleri satın alabiliyorusunuz. Fiyatları 50-60 Dirhem’den başlıyor. Neyse ki biz hazırlıklı idik. 

Biletlerimizi ve kıyafetlerimizi kontrol eden görevliler uygun bulduktan sonra bir kaç dakika süren uzun serin yeraltı koridorundan geçiyoruz.

Koridorun sonunda bembeyaz sade ama görkemli cami bizi karşılıyor.

Dış avluyu çevreleyen duvarların sade beyaz desenleri güneşin de etkisi ile ışıl ışıl göz alıcı olunca herkes gibi bizim de fotoğraf alanlarımızdan biri oluyor.

Dış avludan iç avluya geçiş için bazı bölümlere giriş yok. Kenarından içeri doğru ilerliyorsunuz.

Caminin iç avlusunda bembeyaz mermerler ile çok sade ama etkileyici bir görsellik bizi karşılıyor.

Caminin içi dışından daha renkli ama sade. İlginç olan ayrıntılardan biri, 1200 kişinin dokuduğu el yapımı 5400 metrekare tek parça halı.

Dubai’ye göre daha gösterişsiz(!) olan ana yol ve binaların arasından Louvre Müzesi’ne gidiyoruz.

Ve işte Louvre. Ayşegül burada saatler geçirebilir. Bina harika, ortam harika ve eserler harika. Biri sürekli, diğeri geçici olan eserlerin sergilendiği bu modern mimarili yapı 2017’de ziyarete açılmış. Dünyanın heryerinden gelen yüzlerce eser sergileniyor. 

Antik Çin’den gelen heykeller, objeler…

Fransa’dan tablolar..

Yüzyıllar öncesinden kalmış halılar…

Dört büyük dinin el yazması orijinal kutsal kitapları…

Resimlerin, heykellerin arkeolojik sanat objelerinin hatta mezar taşlarının sergilendiği galeriler arasında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İki saat geçmiş artık acıkan karnımızın yorulan ayaklarımızın sesini dinliyoruz. Gezecek daha “Ferrari World”,”Quasr El Watan” ve başka bir kaç yer daha var ama bir kahve ve atıştırmadan sonra Dubai’ye geri dönmemiz gerek. Gidilecek yaklaşık 140 km. yol var. Tam Dubai’ye vardığımız sırada akşam üstü olacak ve yine o çılgın trafik bizi bekliyor olacak :(

Son gecemize dünyanın dön-e-meyen en büyük dönme dolabının önünden sevgili Özgür, Susanna ve tanıyıp kısa sürede sevdiğimiz “our eder son” Andrei ile veda ediyoruz. 

Yapay bir dünyanın oyuncularının yaşadığı dev kulelerin gölgesinde dev sahne kurulmuş, herkes üzerine düşen rolünü oynarken biz turistlere sadece karşıdan izlemek düşüyor.

Dubai’ye geldiğimiz gecenin sabahı eski Dubai’de 1-2 katlı evlerin çatılarının kenarında gördüğümüz eski serinletme sisteminin, yeni modern binalara da uygulandığı yerlerden geçerek havalanına gidiyoruz. 

Küçük bir not; eğer Dubai’de taksi kullanmak isterseniz aklınızda bir köşesinde dursun diye havaalanının asansöründen son bir fotoğraf çekiyorum. Üzeri pembe olan taksilerin sürücüleri kadın ve sadece kadın müşterileri kabul ediyor.

Artık uçaktayız. Rotamız İstanbul diyerek Dubai’ye ekranlardan veda ediyoruz.

Next
Next

Almanya