Dubai
(Du Bağayım Bi)
Dubai, bizim düşünmediğimiz bir lokasyon idi, ta ki Ayşegül‘ün yeğeni bizi çağırana dek. Uzun zamandır daveti alıyorduk, ama ben hep sonra olduğunu sanıyordum. Oysa Ayşegül, Özgür ve Sussanna ile organizasyonu çoktan yapmış bile. Sonradan dahil oldum bu organizasyona. Baştan farklı başlamıştı bu seyahat. İzmir’den direkt uçuş olmasına rağmen yeğenimizin hostes olan eşi sayesinde İstanbul aktarmasına rağmen daha uygun -ve daha değişik bir deneyim-iki katlı uçak ile gidecektik.
Yaklaşık 4,5 saat süren yolculuğumuz sonrası Dubai’ye varıyoruz.
Dışarı çıkar çıkmaz nemli ve sıcak hava biraz sarsıyor doğrusu.
Gecenin karanlığında karayolunda hızla ilerlerken arabanın arkasından başımızı eğerek bile tepelerini göremediğimiz dev kule ormanlarından geçip ilerliyoruz. Bir yandan bizim çocuklarla sohbet ediyoruz, diğer yandan fotoğraf çekmeden anın tadını çıkarmaya, çevreyi keşfetmeye çalışıyoruz.
Coğrafya çöl olunca neredeyse ip gibi uzanan otoyoldan bu kez gündüz gözü ile geçiyoruz. 30 Km şehrin bir tarafından diğer tarafına geçeceğiz. Trafik ile beraber Özgür’ün gayet yavaş (!) kullanımına rağmen yol 40-45 dakika sürüyor.
Sıkı bir kahvaltının ardından atıyoruz kendimizi sokaklara. Dubai Körfezi kıyısında yer alan “Eski Şehri“ geziyoruz ilk olarak. “İyi ki kışın geldiniz” diyor Özgür. Hava henüz sadece 32 derece ve arada sanki bir esinti gelip terlememizi engelliyor gibi.
Kapitalizmi sonuna kadar yaşayan Dubai’de değişimi gizlemeye çalışsalar bile, sonradan yapılan pek çok ortamı yaşımız gereği biz anlayabiliyoruz. Ancak bizden sonraki kuşak buraları otantik (!) ortamlar sanacak. Turizmin hedefi bugünden çok yarına. Elbette petrol bir gün bitecek. Turistik mağazalarda sunulan hizmetler neredeyse aynı bile olsa, her satıcı size “baharatlar, kaşmir-ipek kıyafetler, yöresel çaylar “için laf atıyor, sizi çağırıyor.
Biraz mola zamanı.
Adam başı 1 Dirhem vererek 2-3 dakika içinde körfezin karşı kıyısına geçiyoruz.
Helikopterin yanından kapı açık halde uçarken, balondan çekim yaparken, yamaç paraşütü çekerken veya minarelerin tepelerinde çevreyi görüntülerken vizörün arkasından baktığım için, görev nedeniyle yükseklik korkum hep ikinci planda kalırdı. Şimdi kentin eski ve yeni halini görebileceğimiz 150 metre yükseklikteki Dubai Frame’e çıkmak var sırada (sonra 250m ve sonra 452m de sırada). Bu yapının üstüne çıktığınızda gri cam zemin adımınızı algıladığında şeffaflaşıyor ve 150 metre yukarıdan aşağıyı bir anda görüyorsunuz. Seyahatimizi planladığımızdan beri bu anı düşünüyor, kendimi hazırlıyordum.
Dubai eski çarşı canlandırması Dubai’nin balıkçı kasabası olduğu dönemlere ait. Bu etnografik müzeden kısa bir geçiş ile asansör kuyruğuna geliyoruz. Bir kaç dakikalık bir bekleme sonrası asansöre bineceğiz.
Hızlı bir yolculuk.
“Bir marka değeri nasıl yaratılır?” sorusunun cevabı burada sanki. Petrol sayesinde kazanılan para ile balıkçı kasabasından ticaret merkezine, turizm merkezine dönüşümü görüyorsunuz. Girerken eski Dubai’yi izliyorsunuz, çıkarken ise 2050 yılı hedef Dubai’yi. Olağanüstü bir görsel şov ile paranın gücünden etkileniyorsunuz ister istemez.
Bugün Özgür’ün işi gereği “Dizayn fuarı’na” gitmesi gerek. Neden olmasın? Biz de eşlik ediyoruz. Avrupa’da gördüğümüz fuarlar ile farkı var mı acaba? Fuar alanları her zaman bizi yormuştur ama Frankfurt ve Düsseldorf fuarlarından sonra burası daha çok sergi salonu gibi duruyor ve yarım günde gezmeyi bitiriyoruz.
Yarım günde biten fuar sonrası Özgür ve Susanna’nın Türk arkadaşları ile görüşmeye gidiyoruz.
Bizi bekliyorlar. Kısa sürede çok sevdiğimiz çok sıcak pırıl pırıl gençler. Burada hepsi aynı, hepsi “Expat” yani göçmen ama Türkiye deki kendi akranları ve meslektaşlarına göre çok daha olgun, kendilerini çok daha iyi yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam eden, ayakta ve hayatta kalabilmek kısacası ormanda hayatta kalabilmek için savaşan, bizim kaçırdığımız başkalarının kazandığı parlak zekalar.
Bu sabah ilk planımız denize gitmek.
Anladığımız kadarıyla “expat” ların evleri daha çok “Dubai Marina” dedikleri bölgede. Yine tamamı ile son on yıllar içinde çok çok paralar dökülerek hiçliğin ortasında sıfırdan yapılan “yapay bir dünya”dan, biraz daha sakin olan başka bir bölgedeki plaja gitmek için yola çıktık.
Kış olmasına rağmen deniz Antalya’nın yaz sıcağı kadar sıcak bir deniz. Denizden çıkınca ise daha sıcak ve daha fazla dayanamıyoruz. 1 saat bize yetiyor.
Bugünün diğer aktivitesi Palmiye adasının manzarasını görebileceğimiz 250m yüksekliğindeki gökdelenin tepesine çıkmak. Bu seyahat belli olduğundan beri kendimi yükseklere hazırlıyorum. Dün 150 derken bugün 250, hadi bakalım.
(Dubai deyince aklınıza tek bir şey gelirse “para” olacaktır. Üç şey derseniz ise “para , para ve para “olacaktır. Manzara görmek için de para veriyorsunuz yine. Üstelik fiyatlar burada 60 AED ‘den başlayıp ucu açık gidiyor. Gün doğumunda manzara derseniz 60 AED,belli zaman aralığı 80-100 AED cafe de kahve ile yemek vs vs… uzayan fiyatlar. Biletinizi kesinlikle interneten ve çok önce alın. Hem daha uygun fiyat hem uzun bilet sıraları beklemeyin. Pek çok web sayfası veya gideceğiniz yerin resmi siteleri online bilet sağlıyor. Neresi derseniz tavsiyem; Google veya İOS haritalardan gideceğiniz turistik lokasyonu yazın. Harita orayı bulduğunda dikkatle bakın fotoğrafın altında size yol tarifi vs dışında bir de “bilet” diye bir ikon açacaktır. Burada bilet alabileceğiniz web sayfalarını bulabilirsiniz).
Binanın tepesine çıkmadan önce sanki balık hapishanesinden pardon akvaryumun içinden geçtiğiniz hissi veren dijital ekrandan sonra palmiye adasının nasıl yapıldığını anlatan aşama aşama ekran ve bilgilendirmelerden sonra, başka bir görsel şov ile anlatımdan geçerek asansöre biniyorsunuz.
Bu defa şov ayaklarınızın altında.
(kısaca paranızı alıyorlar ama hakkını (!) veriyorlar)
250m yükselirken asansörde benim doğurduğum dokuz çocuk zaten yer kaplıyor diye düşünürken sıkış tepiş bir kaç saniyelik yolculuk başlıyor. Biner binmez önce karanlık olan duvarlar kapıları kapanması ile ışıkların 1 saniyeliğine sönmesinin hemen ardından (ki o 1 saniye bile korkudan beni benden alıyor) aydınlanıyor ve Dubai’ye tepeden baktığınız bulutlara yükselen bir video duvarlarda yansıyor. Ayşegül 40-45 saniye kadar sürdü diyor ama bir de bana sorun…
(Gecenin sonunda eve dönüş araba ile ve gündüzden daha kötü bir trafik bizi bekliyor. Burada bir parantez açmak istiyorum. Genellikle stresden kaçmak için toplu taşıma ile ulaşımı tercih ediyoruz. Özgür, Dubai için toplu ulaşımın teorideki gibi olmadığını sıcak ve kalabalık nedeniyle zorlanabileceğimiz düşünerek - sağ olsun -bize arabasını veriyor. Daha önce Mısır’da yaptığım çekimlerde Mısır’ın trafiğine şahit olmuş ve kelimenin tam anlamıyla “şok” olmuştum. Araç kullanmama rağmen yerel rehberimiz arabası ile çekimler için ulaşımı sağlamış ve kaosla orada tanışmıştım. Burada neyse ki trafik lambalarının renklerine dikkat edip kurallara uyuyorlar ama onun dışında 5-6 şeritli yollarda en sağdan en sola veya tersi aklınıza gelebilecek tüm şerit değiştirme ve sollama sağlama kombinasyonlarını düşünün ve bunu daha önce görmediğiniz model dev arazi veya jip vb arabalar ile hatta araya serpiştirilen en az 80-100 km hız yapan kurye motorsikletleri de düşünün, onu konvoy halinde giden bazen sebepsiz yere frene basan arabalar ile çarpın ve çıkan sonuca güneş gelmesin diye sürücü camını gazete ile kapatan taksi şoförlerini ekleyin, 8-10 dakika beklediğiniz kırmızı ışıkları ve hedefe 100m olmasına rağmen 100m yolu en az 15 dakikada ulaşmanızla çıkarın. Sonuç stres ve kaos. Cümleyi yine okusanız da kafanız karıştı değil mi? İşte bu karışıklığa yabancı bir araba kullanmayı ekleyince “Bir daha Dubai’de araba kullanmak mı? Ben almayayım”).
Neymiş? Biletler çok çok önceden alınacakmış. Hadi bakalım kös kös “Burj Khalifa’ya”.
Bir ara mesafe yakın 2-2,5km kadar yürüsek mi acaba diye düşündük. Nasıl olsa hava çok sıcak değil (!) diyorlar. Daha karşı kaldırıma bile geçmeden sıcağı ensemizde hissedince arabaya döndük. Dünyanın en büyük AVM’si ile aynı kompleks içinde “Burj Khalifa”. AVM’ye arabayı park ettik etmesine ve hemen çevreyi sadece fotoğraf değil, videoya da çektik, yetmedi “Dubai Mall” uygulamasını telefonuma indirdim.
AVM henüz çok kalabalık değil neyse ki.
Ayşegül, Türkiye’de de olan 2-3 markanın fiyatlarını inceliyor. Fiyatlar hiç öyle söylendiği gibi vergisiz ucuz değil. Ayrıca adı “vergi” olmayan %5 lik bir “ek ödeme” alınıyor (gümrükten yine belli bir oranda harcama yaptı iseniz bu %5 lik ödemenizin %80’ni alabiliyorsunuz). Vergi değil ek ödeme bize bir yerden tandık geliyor. Zam değil fiyat düzenlemesi :) Neyse. Hatta bir markanın kazaklarının üretim yeri “Türkiye” diye okuyunca çok da şaşırmadık.
Sürpriz. Bilet yok! Bir kez daha anlıyoruz. Biletlerin önce alınması gerekiyor. Yine kapıdan dönüyoruz.
Akşamları saat 18.00’den sonra “Burj Khalifa” cephesinde ışık ve önündeki havuzda su gösterileri var müzik eşliğinde, onu bekliyoruz. Tanıştığımız Adana’lı bir çift ile bir süre sohbet ediyoruz kahvelerimizi içerken. Bizim gibi herkes gösteriler başlamadan en iyi seyir yerlerinde yerlerini almaya çalışıyor.
Yarım saat aralıklı olan gösterilerde müzikler ve su gösterisi değişiyor ama şansımıza fon gösterişsizdi. Oysa internette bir kaç etkileyeci gösteri görmüştük.
Çok verimli geçen(!) gün sonrası eve dönüyoruz.
Yeni deneyimlerimin olacağı bir güne merhaba diyoruz. Sağolsun Özgür, turizm acentesi olan arkadaşından “Gelecek Müzesi” ve “Burj Khalifa” için bilet buluyor.
Yeniden National Geographic’in “dünyanın en güzel müze binaları” arasında gösterdiği “Gelecek Müzesi”ndeyiz. İçeri girmek için sıraya girmemiz gerekecek. Yarım saat kadar beklememiz gerekecek..
Müze girişinde bile teknoloji bizi biraz şaşırtıyor. Giriş için genç yardımcılar var bizlere yardımcı olan. Verdikleri bileklik giriş biletimiz. Birimizin telefonuna müzenin wifi ağına bağlanarak uygulama yüklememize yardımcı oluyor. Bir de müze içinde yerimizi tespit etmeye yardımcı bir kit veriyorlar. Bu sistemle bize rehberlik edenlerin yanı sıra uygulamadan da yardım alınabiliniyor. Belli sayıda gruplar yapılarak rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz. Tüm rehberlik ve dokümanlar İngilizce ve Arapça. Aslında daha detaylı gezmek isterdik ama zor da olsa bulduğumuz Khalifa için biletin süresi yaklaşıyor.
Müzeyi gezmek için dolu dolu 2 saat ayırmak gerekiyormuş. Biz 1,5 saat civarında bazı detayları atlayarak bitirebildik.
Dubai’nin hiç bitmeyen trafiğine giriyoruz bir daha. Trafik stresine, saati gelen biletin stresi ekleniyor. Aracı park yerine park edip uygulama ile AVM içinden Khalifa’ya yetişmemiz gerekiyor. Bilet saatini 15-20 dakika geçerek ulaşıyoruz. Hiçbir şey demeden bizi alınca derin bir oh çekiyoruz. Meğer daha başlangıçmış bu. 1 saat kadar asansör kuyruğunda ilerliyoruz.
1 saate yakın asansör kuyruğu beklerken, kulenin nasıl yapıldığı, kule ile ilgili haberler, videolar ve dokümanların olduğu koridor boyunca ilerliyoruz.
Korkumun, heyecanımın yatışması için iyi geldi bu süre ve sürenin sonunda asansöre ulaştııık.
Artık 1 dakika kadar sürecek yolculuğa başlıyoruz. Asansördeki görüntüler bizi hazırlıyor.
Abu Dabi için 2 günlük bir program belirlemiştik ama bu kez pek planladığımız gibi olmadı. Sadece dünyanın en büyük camii Şeyh Zayed ve de Louvre Müzesi’ni görmek için 1 günümüz olacak. İlk durağımız Şeyh Zayid Camii.